İdea Yayınevi / Konular / Aziz Yardımlı
site haritası  

Özgürleşmenin insan düşüncesinin, duygusunun, duyarlığının kendi kaynaklarından açınımı ve gelişimi olduğu düzeye dek —

Descartes modern Batı felsefesinin başlatıcısıdır.
Descartes Avrupa'da Modernliğin ve Modern Tinin kendisinin başlatıcısıdır.

Descartes için insan Usu Gerçekliği kendi kaynaklarından, kendi içinden bilebilme gücündedir. Din Gerçeğin duygu yoluyla kazanılmasıdır ve tasarımsal dokusu Usun yetkesi altında durur. Bilgi düşüncenin, kendi kaynaklarına güvenen, kavramın varlık ile bir olduğunu bilen düşüncenin işidir. Pozitif olana yönelik kuşku inakçılığın yenilmesi, düşünmenin başlamasıdır. Descartes'ın Özgürlüğünü, Bilimini, Gerçeğini yadsıyan ve sürekli olarak yoketmeye çalışan Görgücülük kuşku duymanın ötesine geçemedi, çünkü deneyimi, pozitif olanı, kuşkunun nesnesi olması gerekeni bilginin kaynağı olarak kabul etmenin ötesine geçemedi.

 
Je pense, donc je suis
 

Descartes bu anlatımı diline dolamaz. ‘‘Cogito ergo sum’’ anlatımı Meditasyonlar’da ve Kurallar’da bulunmaz. Bunun yerine, yalnızca iki kez, M 2.3 ve 2.6'da, ‘‘Varım,’’ ya da, ‘‘Ego sum, ego existo’’ ile karşılaşılır. Bu son anlatım tasım biçiminin buradaki ilgisizliğini daha doğrudan gösterir.

 

 

 

 

 

 

Dışsal gerçeklik uğruna Usun Gerçekliğini dışlayan inanç gerçeklik arayışına o arayışın kendisinden türetilmeyen ölçünler getirir. 17’nci yüzyıla dek Fransa’da da Katolik Kilisenin denetiminde yürütülen ‘felsefe’ eğitimi kurumun inaklarından özerk bir düşünme yoluna izin vermiyordu. Düşünür iki yüzlü olmak zorundaydı. Ve bu oyun Katolik Avrupa’da sonsuza dek sürecek gibi görünüyordu. Katolik Kilise aynı inakçı yapısını bugün de sürdürür. Yüzyıllardır Güney Avrupa usunu sımsıkı yakalamış olan bu gelişmeme tutkusunun ortasında, belki de başkaları arasında herkesten çok Descartes usun kavramsal özerkliğine, düşünme özgürlüğüne en inandırıcı anlatımını verdi. Usu salt kendi olanakları ile olguları gerçekte oldukları gibi bilmeye yetenekli gördü. Aslında ne olursa olsun, ister dinsel isterse bilimsel olsun, tüm gerçeklik savlarını aklama yetkisini yalnızca ve yalnızca usun doğal ışığında gördü.

 

 

 

 

 

 

Descartes Us ve İnanç arasında zorunlu olarak bir çelişki olması gerektiğini düşünmedi. İnanç, yüreğin sonsuzluk duygusu varoldukça, İnsan Gerçeklikten başka neye inanabilirdi? İnanç ve Bilgi birbirlerinden yalıtılmış analitik yetiler değildir, tıpkı Duygunun ve Düşüncenin de kendilerinde çatışmak zorunda olmamaları gibi.
 

“Cogito ergo sum” Bir Tasım Değildir
Aktaran: Hegel, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi, § 64 (Meditasyonlarİkinci Karşıçıkışlar kümesine yanıt.)

‘‘ ... Üçüncü olarak, ilkin Tanrının varolduğunu ayrımsamadıkça hiçbirşeyi pekinlikle bilemeyiz dediğim zaman, kesin terimlerde yalnızca beni onları çıkarmaya götüren tanıtlamalara daha öte dikkat etmeksizin bellekte yineleyebilecek türde vargıları ayrımsayan bilime göndermede bulundum. Dahası, ilk ilkelerin bilgisi diyalektikçiler tarafından genellikle bilim olarak adlandırılmaz. Ama düşünen varlıklar olduğumuzu ayrımsadığımız zaman, bu hiçbir tasımsal uslamlamadan türetilmeyen ilkel bir bilgi edimidir. ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ diyen biri varoluşu bir tasım yoluyla düşünceden çıkarsamaz, ama, yalın bir ansal görüş edimi yoluyla, onu sanki kendinde bilinen birşeymiş gibi kabul eder. Bu eğer tasımsal olarak çıkarsanmış olsaydı, düşünen herşey vardır büyük öncülünün daha önceden bilinmesinin gerekeceği olgusundan açıktır; ama bu gene de daha çok bireyin deneyiminden öğrenilmiştir—varolmadıkça düşünemeyeceği deneyiminden. Çünkü anlığımız doğa tarafından öyle oluşturulmuştur ki, genel önermeler tikellerin bilgisinden oluşur.’’

 

“Cogito ergo sum” Dolaysız Bir Çıkarsamadır

Varlık ne duyusal, ne özdeksel, ne de tinseldir. Varlık tinsel ya da özdeksel bir belirlenim ile düşünülürse dolaysızlığını, belirlenimsizliğini, soyutluğunu yitirir. Bilimde gerçek bir Başlangıç, tüm varsayımdan özgür bir ilk arıyorsak, salt kendine bağımlı ve salt kendine dayanan bir duruş noktası arıyorsak, bu başlangıç ancak Varlık olabilir.

Düşünmenin Varlık olmadığı kuşkusu doğal bilincin bilgisizliğidir. Bu bilinç, bu duyusal bilinç var olmayı duyulur olma olarak düşünür, çünkü düşünmez. Düşünmenin var olmaksızın olamayacağı gerçeğinden ayrı olarak, hiç kuşkusuz kuşku duyma, isteme, vb., genel olarak insan öznenin tüm tinsel etkinliği hiç kuşkusuz varolma karakterini taşır. Ancak Görgücülüğün son sözü olan Özdekçilik tinsel olanın varlığını kabul etmez çünkü Özdekçiliktir ve bu düşüncesiz bakış açısı için yalnızca ve yalnızca Özdek gerçek olandır, var olandır. Bu radikal düşüncesizlik bu bakış açısından insanda tinsel olan herşeyi olumsuzlar, düşünce ile birlikte duygu, duyunç, istenç, özgürlük de yadsınır, geriye arı materyalist bir insan posası kalır.

 

 

 

 

 

 

Yöntem Üzerine Söylem
BÖLÜM IV

‘‘Orada [Ulm kentinde] benim tarafımdan yapılan ilk meditasyondan size söz etmemin gerekip gerekmediğini bilmiyorum, çünkü bunlar öylesine metafiziksel ve öylesine alışılmadıktır ki belki de herkesin kabul edebileceği şeyler değildirler. Ve gene de aynı zamanda attığım temellerin yeterince güvenilir olup olmadığının yargılanabilmesi için, belli bir ölçüde onlara değinmeye zorlandığımı görüyorum. Çünkü uzun bir süre önce zaman zaman gündelik yaşamda kişinin çok belirsiz olduğunu bildiği görüşleri izlemesinin gerekli olduğunu ayrımsamıştım, sanki tam olarak yukarıda belirtildiği gibi tartışma götürmez şeylermiş gibi. Ama bu durumda kendimi bütünüyle Gerçeklik arayışına vermeyi istediğimden, benim için görünürde karşıt bir yolu izlemenin ve kendisine ilişkin olarak en küçük bir kuşku zemini tasarlayabildiğim herşeyi, daha sonra inancımda bütünüyle pekin herhangi birşeyin kalıp kalmadığını görebilmek için, saltık olarak yanlış görüp yadsımanın zorunlu olduğunu düşündüm. Böylece, duyularımız zaman zaman bizi aldattığı için, hiçbirşeyin tam olarak bizi olduğuna inandırdığı gibi olmadığını kabul etmeyi istedim; ve kendilerini uslamlamalarında aldatan ve giderek en yalın geometri sorunlarında bile bozukvargılara düşen insanlar olduğu için, ve kendimin de başka herhangi biri denli yanılgıya açık olduğum yargısına vararak, daha önce tanıtlamalar olarak kabul ettiğim nedenlerin tümünü yanlış görüp yadsıdım. Ve uyanıkken taşıdığımız tüm aynı düşünceler ve tasarımlar o sırada hiç biri doğru olmaksızın bize uykuda da gelebileceği için, herhangi bir biçimde anlığıma girmiş olan herşeyin düşlerimin yanılsamalarından daha doğru olmadıklarını kabul etmeye karar verdim. Ama hemen sonra ayrımsadım ki, böyle her şeyi yanlış olarak düşünmeyi isterken, bunu düşünen ‘Ben’in birşey olması saltık olarak özseldi, ve bu Düşünüyorum, öyleyse varım gerçekliğinin kuşkucular tarafından ortaya sürülen tüm aşırı sayıltılar tarafından sarsılamayacak denli pekin ve güvenilir olduğunu görünce, hiç duraksamadan onu aramakta olduğum Felsefenin ilk ilkesi olarak kabul edebileceğim vargısına ulaştım.

‘‘Ve sonra, Ben olanı dikkatle irdeleyerek, hiçbir bedenimin olmadığını, ve içinde olabileceğim hiçbir bir dünyanın ve hiçbir yerin var olmadığını tasarlayabileceğimi, ama gene de tüm bunlara karşın var olmadığımı tasarlayamayacağımı gördüm. Tersine, başka şeylerin gerçekliğinden kuşku duymayı düşünmem olgusunun kendisinden açık olarak ve pekin olarak var olduğum sonucunun çıktığını gördüm; öte yandan, eğer düşünmeye bir kez son vermiş olsaydım, imgelemiş olduğumun geri kalanı gerçekten varolmuş olsaydı bile, varolduğumu düşünmek için hiçbir nedenim olmazdı. Bundan Benin bütün özü ya da doğası düşünmek olan bir töz olduğunu, ve varoluşu için hiçbir yere gerek olmadığını, ne de herhangi bir özdeksel şey üzerine bağımlı olmadığını bilirim; öyle ki bu ‘ben,’ eş deyişle, beni ben yapan ruh bedenden bütünüyle ayrıdır, ve onu bilmek bedeni bilmekten daha kolaydır; ve beden var olmasaydı bile, ruh ruh olmaya son vermezdi.’’

 

 

 

 

 

 

Düşüncenin Varlık kavramını doğrulaması doğal bilinci şaşırtır çünkü bu bilinç için varlık başlıca duyusal olanın yüklemi olarak görülür. Görgücü bilgeler yalnızca ve yalnızca algıladıklarının, yalnızca ve yalnızca duyumsadıklarının varlığını pekinlikle ileri sürebileceklerine inanırlar. Buna karşı düşünceyi duyulardan en uzak olan şey olarak, dolayısıyla güvenilmez ve zayıf birşey olarak görürler. Bu bakış açısından, varolmak için duyulur olmak gerekir. Bu sıradan bilgelik varlığın kendisinin duyumsanan değil ama tam olarak düşünülen birşey olduğunu anlamada başarısızdır. Bu nedenle gündelik bilgeliktir.

 

 

 

 

 

 


 
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi 2014